Vikipedi’de kısa bir araştırma açık adı septisemi
olan bu kan zehirlenmesinin kana bakteri ya da toksin karışması tanımını
veriyordu. İnanılmaz çok biçimde ortaya çıkabiliyordu sepsis: Deri üstündeki bir yarada mikrop
kapma sonucu enfeksiyon oluşması, bir apsenin patlayarak iltihabın kana
karışması, boğaz enfeksiyonu (sözgelimi difteri), bağırsak iltihabı (tifo gibi),
akciğer enfeksiyonu (zatürree gibi), idrar yolları enfeksiyonu sonucu. Seç,
beğen, al…
Hayat hikayesi ise haber bültenindeki basit bir uzman
görüşü kadar: “Septisemi yerel değildir, kontrol altına alınmazsa bütün bedene
yayılır. Septisemiye neden olan bakteri bedene çeşitli yollarla girebilir:
sözgelimi diş çekiminden sonra, açık bir yara ya da iç organlardaki bir
enfeksiyon yoluyla. Normal olarak akyuvarlar bakteriye karşı koyarlar ama
bakteriler akyuvarların direnme gücünü aşacak kadar çoğalırlarsa septisemiyle
bedene yayılırlar. Bu ya başka bir hastalık nedeniyle zayıf düşmüş bir bedende
ya da sağlıklı bir kişide güçlü bir organizma tarafından yaratılabilir.
Septisemi belirtileri ateş, şok, ayakta duramayacak kadar halsizlikle birlikte
kan basıncının ansızın düşmesidir. Hasta kendini çok kötü hisseder, komaya
girer ve ölebilir.”
Komik… Zaman zaman aklıma geldikçe kendi kendime gülüyorum.
Böyle ölen birinin hayat hikayesi ne kadar anlamsızlaşıyordur kim bilir. Ya da doktorun
hastanede “kan değerleri çok kötü” derken ne kastettiğini anlamak için bu
kadarını bilmek yeterlidir. Her şey anlam kazanır ama biz genellikle “nasıl
oldu” ya da “konuşuyor mu” gibi soruların peşinde koşarken bunları gözden kaçırırız.
Bizim için önemli olan iletişim kurmaktır. Olaylara hakim olmak isteriz. Bu,
anlamaya çalışmaya göre çok daha rahat bir yöntemdir. Bunu anlamak acı verir ve
ağlamak çoğunlukla bu acıyı almaz. Kendi kendime ağlamaya çalışırken
yakalanıyorum. “Ben seninle iletişim kurmaya çalışıyorum; sen bana hiçbir şey anlatmıyorsun.”
Bir avukat arkadaşıma misafirliğe gidiyoruz; insanların
birbirlerinden boşandıklarında ne elde edeceklerini öğrenmek için avukatlarla
saatlerce konuştuklarını öğrenip şaşırıyorum. Boşanmada 40 yaşını aşan kadınlara
sağlanan ek imkanları bu kadar çok insanın bilmesine şaşırıyorum. Ben hiçbir
şey bilmiyorum. Sepsis içime yayılıyor; bir yalan bir diğerini doğururken kendi
kendime gülüyorum. Yakalanıyorum. “Anlat bana” diyorlar; bilmiyorum ki ne anlatayım.
Aklım yıllar öncesine gidiyor. Babam misafirlikte tavla
oynuyor; biz izliyoruz. Babamın kaybetmesini istiyorum. Neden bilmiyorum. Diğer
oynayan İstanbul Teknik Üniversiteli. Sevdiğim bütün abiler oralı. Babam
sıkışıyor; zarla konuşmaya başlıyor. İyi zar geliyor; kazanıyor. “Gördün mü”
diyor bana, hiçbir anlamı olmadan. Sepsis’ini görüyor; yapabileceği bir şey
yok.
Kendi kendime gülüyorum… Anlat diyorlar. Kendi kendime
ağlıyorum… Anlat diyorlar. Herşeyi öğrenmek için gösterilen bu çabanın hiçbir şeyi
anlamamak demek olduğunu görmüyorlar. Anlatılmak ve anlamak birbirinden çok
uzak iki şeydir aslında.
“Yetmez ama Allah belasını versin” ülkesindekiler bunu çok
iyi bilirler. Bir dua ne için edilir, onu bilmezler; malum olsun diyedir dualar
ve en iyisi sepsisi anlamaya kadar götürendir. Yolculuk orada bitmez; hasta “multi
organ malfunction” sonucunda ölürken aslında yapılabilecek hiçbir şey yoktur.
Beden sağlıklı olmaya çalışırken artık kendi enfeksiyonlu organlarını düşman
gibi görmeye ve onlara saldırmaya başlar. Artık “Sepsis” denebilecek nokta
aşılmıştır; “Sayın Septisomi”dir o. Ancak bilmediği, hasta ile beraber
kendisinin de öldüğüdür. Bunu en iyi kadınlar anlar. Bu kadar büyük bir bağlılığı
olduğu kadar bu kadar büyük bir nefreti de ancak kadınlar örebilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder