Etiketler

25 Temmuz 2013 Perşembe

Kur ve faiz oyunundaki riskler

Düşük kur politikasının büyüsüne kapılarak açık pozisyonda kalan büyük şirketlerin bu riski gerçekleşmeye başlayan zararlar ile teorik bir tartışmanın ötesine geçmiş görünüyor. Daha önce yaptığım değerlendirmede, Fortune Türkiye 500 toplantısında 2012’nin bu ciddi riskinin döviz ve faizde ciddi hareket olmamasına bağlı olarak zarar vermeden yılı kapattığı dile getirilmişti.
Aradan geçen zamanda bu tablo değişip kur ve faiz yükselince şirketlerin bilançolarında bu risklerin zarar olarak yansıması görülmeye başlaması dikkat çekiyor. Komik durum ise, iyi birer reklam veren olan telekomünikasyon şirketlerinin bilanço açıklamalarını vermeme şansı bulunmayan medya kuruluşlarının Türk Telekom’un karını yazma biçimiyle ortaya çıktı. Gazeteler Türk Telekom’un satışlarının altı aylık dönemde yüzde 5,8 artışla bir yıl önceki 6,141 milyar liralık düzeyinden 6,501 milyar liraya yükseldiğini yazarken ikinci çeyrek karında bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 55’lik düşüşün nedenine değinmemeyi tercih etmişlerdi.
Radikal’deki “Telekom’u kur çarptı” haberi bunun istisnasıydı ve sonunda altı aylık net karın neden bir önceki yıldaki 1,401 milyar liradan 807 milyon liraya gerilediğini anlayabiliyorduk. “TL'nin değer kaybı ağırlıklı olarak dolar, euro ve yenden oluşan döviz borçları olan Türk Telekom'un ikinci çeyrekte kârını %55,5 azalttı” spotu yeterince açıklayıcıydı. (http://www.radikal.com.tr/ekonomi/telekomu_kur_carpti-1142397)
Daha açıklayıcı bir ifade ise, haberin içinde yer alıyordu: “Türk Telekom tarafından yapılan açıklamaya göre, şirketin net finansman giderleri TL’nin dolar ve euro karşısındaki değer kaybı nedeniyle ikinci çeyrekte 445 milyon lira oldu. Şirketin net finansman giderleri geçen yılın aynı döneminde 21 milyon lira düzeyindeydi. Türk Telekom’un ağırlıklı dolar, euro ve Japon Yeni’nden oluşan döviz cinsi borçları, TL’deki değer kaybına hassasiyet taşıyor ve oluşan finansman giderleri net kârı aşağı çekiyor.”
Türk Telekom, Fortune 500 listesinde Türkiye’nin en karlı şirketi olarak yer alıyor ve dolayısıyla asıl olarak karlılık boyutuyla incelenmesi gerekiyor. Habere ilk bakışta, Finansal Forum’dan arkadaşım Oktay Özdabakoğlu’nun işi olduğunu anladım. Yıllar geçtiği için telefonunu kaybetmişim, buldum aradım.
“İyi yakalamışsın” dedim. “Bir şey yakalamadım. Bültende vardı; KAP’a yaptıkları açıklamada daha fazla ayrıntı da var” dedi.
“Münferit mi” ikinci sorumdu. “Yok” dedi “Doların haziranı 1,93’ten kapatmasının şirketlerin bilançosuna yansıması 17 milyar lira zarar olacak. Yazdım; internette çok rahat bulabilirsin” dedi. Buldum: (http://www.radikal.com.tr/ekonomi/kur_zarari_17_milyar_tl-1140831)
“Faizin etkisi görülmeye başladı mı” soruma yanıtı ise, “Henüz değil ama yeni ticari krediler üzerinden etkisi ekim ayında görülmeye başlar” dedi.
Konuyu daha derinlemesine incelemek için Mustafa Sönmez’in Heinrich Böll Stiftung’un dergisine yaptığı makro değerlendirmeden faydalanmakta yarar var. 1980 sonrası süreci ele alan Sönmez, 1980-2002 döneminde 35 milyar dolar dış kaynak giren Türkiye’ye 2003-2012 yılları arasında 400 milyar dolar dış kaynak girişi gerçekleştiğini ancak 1980-2012 dönemindeki dış kaynak girişinin yüzde 92’sinin gerçekleştiği AKP iktidarı döneminde bu döneme ait büyümenin sadece yüzde 48’inin gerçekleştiğini kaydediyor. Sönmez, kaynak girişine ihtiyaç duyulmayan dönemlerde bile gelen bu dış kaynağın kabul edilerek rezerve konulduğunu ve bu sayede düşük tutulan kur üzerinden ekonomi politikalarının kurgulandığını yazıyor. Benim geçen seneden gelen risk olarak gördüğüm ve Sönmez’in açıklamaları ile kafamda netleşen tablo, doların değerinin yükselmesinin sadece doların değerinin yükselmesi değil, bütün bir ekonomi kurgusunu sarsan bir gelişme olduğunu ortaya koyuyor. (http://www.tr.boell.org/web/111-1696.html) Korkarım, bu konuya yeniden değinmek zorunda kalacağım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder