Etiketler

30 Eylül 2013 Pazartesi

Girişimcinin yolu da İstanbul'dan geçiyor ama bu, İstanbul sürdürülebilir demek değil

Bu ara İstanbul ile bağlantılı birçok şey ile karşılaşıyorum; Allah'ın hikmeti herhalde. Dün İstanbullu olmak üzere Murathan Mungan eksenli bir yazı yazmıştım. Bugün, Financial Times gazetesinin okumak için koparıp kenara koyduğum sayfasındaki değişim yaratan girişimci haberinde yine İstanbul çıktı. http://www.ft.com/intl/cms/s/0/942a3122-2507-11e3-9b22-00144feab7de.html#axzz2gNmeyFPq (doğrudan ulaşamıyorsanız arama motoruna aşağıdaki adı yazıp erişebiliyorsunuz)

"Disrupters in the right place at the right time" adlı makalede ya da daha iyisi hikayede, Polonya'da Nowy Styl (Yeni Stil) adlı şirketi kuran Krzanowski kardeşlerin 2012'de 317 milyon doları bulan ve bu sene yüzde 20 büyüyen işi kurmadan once İstanbul'dan bavul ticareti yaptıklarını anlatıyor. Jeans ve deri mont dolu iki valizle yapılan her seyahat 200 dolar bırakıyormuş; anne babaları ayda 20 dolara çalışırken. Yani bu işin bu kadar büyümesinde bizim de payımız var sayılır.
Ancak bu, İstanbul'un imparatorluk başkenti ya da Lale Devri'ndeki gibi bölgenin ticari başkenti olduğu anlamına gelmiyor. Yıllar önce sohbet ettiğim bir taksi şoförü asıl işinin bu olmadığını söylediğinde asıl işinin ne olduğunu sormuştum. "Deri işi yapıyordum" demişti. "Niye bıraktın?" deyince de "Ruslardan çok iyi para kazanıyorduk. Dahasını kazanmaya kalkıp onları kazıklamaya çalıştık. Onlar da ülkelerine fabrika kurdular" dedi.
Krzanowski kardeşlerin hikayesinde bu boyut da var mı bilmiyorum ama elinde 25 Eylül tarihli FT olanlar, bahsettiğim yazının hemen üzerindeki köşe yazısına baktıklarında şirketlerdeki yöneticilerin büyük olmalarından kaynaklanan yüksek kar marjı ile iş yapma güçlerinin yarattığı körlükle nasıl sürdürülebilir olmayan sistemlere meylettiklerini anlatıyor. Bizim basın camiasında kimi zaman dalga geçilen kimi zaman da para getiren içerik işine döndüğü için tapılan sürdürülebilirlik konusunda çok da iyi olmayan karnemiz, her iki yabancı yazıyı da değerli kılıyor.
Verilmeye çalışılan yeni şekli ile sürdürülebilir olmaktan çoktan uzaklaşmış durumda. İBB Başkanı Kadir Topbaş'ın BM'de konuışmasının bile değiştiremeyeceği bu gerçeği, Taksim'de metroda S şeklinde turnike yerleştirmeye kadar dahiyane buluşları ile günlük hayatın içine yığılmış örnekler (istenirse listeyi geliştirebilirim) sürdürülemezlik konseptinin muhteşem örnekleri. 
Aklımızı başımıza toplar ve sadece İstanbul'a ihtirasla odaklanmamış bir ekonomi politikasını uygularsak, zirvelerde birbirimizi kandırmaya gerek kalmadan çok daha iyi bir yarını inşa etmek mümkün olabilir. Bu, çiçeklerine ve balıklarına kadar uzanacak bir Istanbul sevgisinin de zemini olabilir ya da İstanbul'u sevmek ancak bu şekilde mümkündür.
Bunun yolu ise, insanların gelir düzeylerini şişirme rakamlarla değil gerçek anlamda değer yaratarak artırmaktan ve belirli konularda dünya lideri haline gelmekten geçiyor. Burada da Adam Krzanowski'nin "Yaptığımız işi Çin'den yapmak mümkün değil" sözleri strateji belirlemede giriş olarak değer taşıyor.

28 Eylül 2013 Cumartesi

Murathan Mungan ile İstanbul’un çiçekleri ve balıkları

Murathan Mungan’ın Kadından Kentler’ini okuyorum ve bu sabah çok sık yapmadığım bir şey yaptım. Ezberlemeye oturdum, İstanbul’un çiçeklerinin hangi sırada açtığını. Çok kolay olmadı. İTÜ’de tiyatro yaptığımız dönem dışında ezberde çok iyi değilimdir; onu da bağlantı kurarak ve yaşayarak becermiştim. Çiçekler konusunda da aynı yöntemi takip etmeye karar verdim ama bu benim için sadece ayrı bir idrak noktası oldu. Ben bu çiçekleri bilmiyordum ki, çıkış tarihlerini ezberleyeydim.

O zaman Mehmet Yılmaz’a gıpta ettim. Hürriyet’in köşe yazarının baharla beraber başlayan değinmeleri bende olmayan bir şeydi. Ömrümüz olursa gelecek sene o yazılar başladığında elime fotoğraf makinesini alıp –cep telefonu da olabilir- bu çiçekleri tariflerinden bulup fotoğraflayacağım. O zaman unutmam.

Ama Murathan Mungan’ın yaşayan ile ilgili algısını nasıl çalarım bilmiyorum. Biz, İstanbul’u elimizden çalıp öldürmelerine kadar bu şehri tanımayı başaramamış bir kuşağız. Şehir son anlarını yaşarken bunun farkına varmak daha acı verici çünkü geçmişte yapmadıklarınızı yapamayacağınızı anlıyorsunuz. Bu, ölümsüzlük hissinin yitirilmesi gibi bir şey. Belki de mitolojide anlatılan, tenrı özelliğini yitirme bundan ibarettir.

Murathan etkisi bunun tam ters yönünde. Yaşayana dikkat çekilmesi, ayrı bir güven vermekle kalmıyor, ölümsüzlüğü de yeniden kazandırıyor; insana olmasa da değerlere. Sezen Aksu’nun, konserinde bir Müslüm Gürses şarkısı söyledikten sonra Murathan Mungan’ın Müslüm Baba’yı yaşarken keşfetmiş olmasına vurgu yapması, bu etkinin bir başka boyutunu ortaya koyuyor. Evdeki Orhan Veli şiirleri kasedini söyleyen Müşfik Kenter ne kadar ölü acaba?

Dün Tuncel Kurtiz’in ölüm haberi geldikten sonraki iki saatte yaşadıklarım resmin iki tarafındaki karakterler arasında düşündüğümden uzun mesafe olduğunu gösterdi. Çevremdeki bir yönetici, “kimdi o” diye sordu; şoförü “Ramiz Dayı” dedi, çalışanı “Ezel’de oynuyordu” dedi. Arabada birkaç “şey değil miydi” lafı dolandı. Anlamadı; reklam sektörü ile ilgili olduğu için “Ziraat Türkiye Kupası’nın sesi” dedim; “ha” diye yanıtladı. “Yaşlı mıydı” dedi, “Yılmaz Güney’in arkadaşıymış. Hesapla artık” dedim.
İş yerinde döndüğümde yemek servisi yapan arkadaş “Tuncel Kurtiz ölmüş abi” dedi. “Sen nereden tanıyorsun Tuncel Kurtiz’i?” dedim; “Ezel de oynuyordu. İyi adamdı. Allah rahmet eylesin” dedi. “Allah rahmet eylesin” dedim. Ben Tuncel Kurtiz’i ilk olarak Ferhan Şensoy’un “Çok Tuhaf Soruşturma”sında izlemiş ve farkı fark etmiştim. Yaşarken daha fazla tanışmadım ama kendisini çok övdüm. Belki Murathan Mungan’da daha fazlası vardır. Şimdilik ben İstanbul’un çiçeklerinin açma sırasından fazla bir bilgiye haiz değilim. O da şöyle: “Mimoza, erguvan, mor salkım, leylak, hanımeli, gül, ortanca, ıhlamur”. (Kitaptan kontrol ettim, doğru yazmışım.) Balıkları da öğrenince yazarım.