Gazete okumayı sevmem ama sahip olunan kaynakları tüketmeden bırakmama şeklindeki 80 öncesi alışkanlığım iş yerine alınan gazetelerle zaman geçirme hastalığına tutulmama neden oldu. Ben de bunlarla ilgili analizler yapmaya karar verdim. Bunun belirli bir şablonu olmayacak ve belirli bir konuda ilk haberdar olmak gibi bir kaygıyla takip etmenizi tavsiye etmem. Bütün gazeteleri tarayacağımı vaat etmiyorum ama ilgi çekici bulduğum konuları ele alacağım.
Daha popüler bir işi Facebook'ta Serhat Ayan yapıyor, ben de zevkle takip ediyorum. Benim derdim ise, kafamda çevirip kendimi manyaklaştıran soruları paylaşıp kurtulma derdindeyim. Bugün ben de bu "Midas'ın kulakları eşek kulakları" diye bağırma ihtiyacımı Habertürk ile karşılıyorum.
- İlgimi çeken haberlerin ilki, 224 daire mevzusu. MASAK 12 Eylül ile ilgili aktardığı bilgide "224 daire var bu kişinin üstünde" diyor. 12 Eylül Sedat Celasun'un gelini Füsun Celasun, "Onlar Türk Silahlı Kuvvetleri için yapılmış lojmanlar" diyor. Ben Oha diyorum. Böyle bir kargaşanın doğru düzgün bir devlette yaşanması mümkün mü? Kim hangi kayıtlara bakıp hangi enformasyonu oluşturuyor? Kayıt hava sıcaklığı gibi bir konudur. Hava sıcaklığının kaç derece olduğu tartışılamaz çünkü bu santigrat, fahrenheit ya da kalvin olsun insan yapısı bir ölçüm sistemi olduğu için tartışmaya açık değildir. Üşümek, terlemek, yok hava soğuk ya da hava sıcak yorumları yapmak ayrı bir şeydir ama mülkiyet ilişkisi bellidir ve devlet bunun kaydını düzgün tutmak zorundadır. O çok sevdikleri Osmanlı'da bu kayıt sistemi devletin esasıdır. Yoksa adaleti sağlayamazsınız; eğer böyle bir kaygınız varsa.
- İkincisi Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanı Fatih Acar'ın "88 yıl emekli maaşı alan var" açıklaması. Kaç kişiler ve yönettiğinizi sandığınız sistem içinde ağırlıkları ne? Yurtdışında emeklilik fonları gelişen işlere yatırım yaparak ve hisse senetleri de dahil çeşitli yatırım araçlarını kullanarak emeklilere hizmet veren kuruluşlar. Siz bir taraftan aldığınız diğer tarafı karşılamayınca, emeklilik yaşını yükselterek mi sorunları çözmeye çalışıyorsunuz. Yaşlanan Türkiye'de emeklilerin çalışanlara oranının yükselmesinin etkisini nasıl hafifleteceksiniz? Nasıl bir otomatik sistem kurdunuz ki, babam öldükten sonra annemle ilgili sağlık sistemi tanımlamanız yüzünden biz hem sizin kaydınızı düzelttirmek hem de ceza ödemek zorunda kalıyoruz? Eskinin ketum devlet memuru tipini değiştirirken, "sistem otomatik yapıyor" mazeretinin arkasında nasıl bir ucube yaratıyorsunuz?
- Çevre Bakanı Erdoğan Bayraktar'ın Boğaz'da yapılanma konusundaki manşet haberinde spotta "Kesinlikle böyle bir çalışmamız yok" içeride "Bu haliyle cinayettir" diyor. Ben bundan bir tartışmanın sürdüğünü, farklı şekillerin ele alındığını ve kamuoyunun tepkisini çekmeden bu işin nasıl derdest edilebileceği konusunda net bir taktiğin belirlenemediğini anlıyorum. Sayın bakan televizyona çıkıp kentsel dönüşümde herkesin bulunduğu yerde yaşamını eskisi gibi sürdürebilmesi gibi temaları işledikten sonra iş insanlarına hitap eden yayınlarda binaların yıkıldığı, kat mülkiyetinin kalktığı ve yeni binaların inşaat sektörüne azami rant sağladığı bir sistemin müjdesini veriyor.
Demem o ki, bu kadar demokrasi diyeceğinize iki lokma da şeffaflık deyin. Bizlerde işinde gücünde insanlar olarak nereye gittiğimiz az çok tahmin edelim. Yarattığınız insan malzemesi, kırmızı ışıkta karşıdan karşıya geçmeyi bile beceremiyor artık. Yeşil yanınca birbirlerine dalmaları bir kenara, kırmızı da sıyrılacağım derken arabanın altında kalacaklar. Kadıköy'de taksiler yaya geçidinde park edilyor, Havataş ters yönden yola çıkış yapıyor. Nereden ne geleceğini bilmeden yaşamak "Dinamik Türkiyecilik" ise, duvara çarpmadan durmayı bilmemek "Usta"lık olsa gerek.
Karşılaştığımız olaylar karşısında verdiğimiz kararlar ve sergilerdiğimiz tavırlar hayatımızı önemli kılar. Bu önemi fark edenlerin kendi hayatlarının kaydını tutması kadar doğal bir şey olamaz.
29 Kasım 2012 Perşembe
28 Kasım 2012 Çarşamba
Gloria Jean’s neden battı?
Bu ara tekrar geri dönme noktasında olan Gloria Jean’s’in halkla ilişkiler faaliyetlerine başladığı anlaşılıyor. Bültenden bozma haber çalışmaları iyi bir başlangıç olmasa da, yeni yüzüyle Gloria Jean’s medyada geniş yer bulacağa benziyor.
Böyle bir dönemde, eskinin hikayesi ile günümüzün rekabeti konularında biraz yazmakta fayda var; belki şirketin yöneticilerine de ışık tutar. İş modelinden yer seçimine, çalışanların motivasyonundan müşteri sadakatini sağlamaya kadar birçok konuda yapılmış hatalar vardı ama hata sonuçta insana mahsus ve başkalarının da hata yapmadığını söylemek zor.
Geçmişteki başarısızlık ile ilgili olarak öncelikle traji-komik bir noktaya dikkat çekmek gerekiyor: bu iş asıl olarak şurup meselesinden patlamıştır. Kanyon’da ayağımızın Starbucks’tan Gloria Jean’s’e kaymaya başladığı dönem, Oregon Çayı’nın sunulduğu döneme denk gelir. Gloria’nın yer avantajı tartışılmazdı ama işler kullanılan şurubun ithal edilememesi nedeniyle bu ürünün bulunmadığı dönemde tersine döndü.
Tam emin değilim ama galiba süreci de iyi yönetemediler gibi hatırlıyorum. Galiba menülerden bu ürünü çıkarmadılar ama soranlara yok dediler. Kötü ilişki yönetimi ama yine de şurubun kendisinin gelmesini engelleyen tedarik zinciri yönetimi kadar kötü değil.
Şurubun üzerinde neden bu kadar duruyorum: Oregon Çayı, yumuşak bir içecek olarak aç karna da içilebiliyordu. Dolayısıyla sinema, birçok restoran ve D&R gibi konaklanan mağaza formatının bulunduğu bir ortamda yemekli bir aktivitenin öncesinde Gloria’yı uğranabilir bir yer haline getiriyordu. Akşam yemeğine zeval getirmeyecek şekilde geç saate (akşam beş altı) iş görüşmesi yapmaya olanak sağlıyordu. Hatta yemekten önce buluşmak için beklerken bile iyi gidiyordu.
Şekerli tatları sevmeyenler olabilir ancak şuruba sadaket Türkiye’de markaya sadakat kadar güçlü. Yıllar önce Maça Kızı’nda barmenden bana kafasına göre bir içki hazırlamasını istedikten sonra sohbet etme fırsatı bulmuştuk. İngiliz olup da İspanya’da iş deneyimi mi vardı; yoksa tam tersi miydi şimdi tam hatırlamıyorum ama o barmen bana birkaç meyveyi ezerek bir içki hazırladıktan sonra birbirimize karşılıklı teşekkür etmiştik. Sebep; benim iyi bir kokteyl kadar iyi bir deneyimle tanışma fırsatı bulmam; onun da şurup eklenmiş her alkolü içki sanan Türk insanının dışında bir cins bulmuş olmasıydı. Son bayram ziyaretlerimde, birden çok evde aromalı kahve ikramı ile karşılaşırken, birinde şurup eklenmiş Türk kahvesi gibi bir deneysel çalışma ile karşılaşma fırsatım oldu. Ev sahibi, şurubu yeni almıştı ve ne kadar koyacağına karar veremeyince sadece koklatmıştı. Bir dahaki sefere daha fazla koyması konusunda anlaştık. Önümüzdeki dönemde şurup işinin önemi artacak.
Burada önemli olan, sadece şurup değil. Mekanların önemli ve bağlayıcı özelliği olan ürün portföylerini iyi yönetmeleri yani tedarik zinciri yönetimi. Mekanlara daha çok şuraya gidelim de şunu yiyelim ya da içelim diye giden kitle asıl primli müşteri grubunu oluşturuyor ve bunlar tavsiye ya da birlikte gitme ile yaygınlaşmanın önemli bir etkeni durumunda. Tedarik zinciri burada önem kazanıyor. Yerine başka bir şey almak, bu kesimi soğutma konusunda önemli bir başarıya sahip.
Diğer konu mekanlara uygun tasarımların yaratılması. Kanyon D&R’ın içinde önünde ve karşısında oluşturulan kapasitenin dolması için herhalde oradaki bütün yemek yenen mekanlardaki insanların çıkıp yemek üstüne bir şeyler içmeye buraya gelmesi gerekiyordu. Kışın en kalabalık saatte müzik dinlemeye halim olmaması durumu hariç herhangi bir yer bulamama sorunu hatırlamıyorum. Bu kadar iyi peak management diğer yanda da atıl kapasite ile çalışmak anlamına geliyor.
Bunun tersi, havaalanında dükkan için geçerliydi. Havaalanına geldiğinde çok sayıda ücretsiz lounge’un arasında burayı tercih eden yolcunun hızla servis alıp zamanını verimli geçirmesi esasken kurulan iki garsonlu sistem ile bunun tersi başarıldı. Grup buluşmalarında bu iş iyice zıvanadan çıkıyordu. Sürekli gelenler yüzünden hangi masaya kimin yeni geldiğini tespit etmenin imkansızlığı, serviste inisiyatifi müşteri tarafına geçirirken görevlileri mekanı yönetir durumdan çağrıldığında yanıt verir duruma düşürüyordu. Sonuç tatmin edici servisin alınamaması ve çoğunlukla mekanın bir şey almadan buluşma noktası olarak kullanılması oluyordu. Bunlar çok kullandığım yerlerde ilk aklıma gelen örnekler.
İş modeli tarafına geçtiğimizde, Kahve Dünyası ve Lavazza ile yapılan karşılaştırmaların anlamı olmadığını söylemek gerekiyor. Lavazza çok farklı bir oyun oynuyor ve CEO Sertaç Akyüzol, Telsim’deki yöneticilik deneyiminin kendisine kazandırdığı ağ yönetme becerisi ile rekabete açık bir karakter değil. Moda’da dondurmacı Ali’nin karşısındaki üç katlı yerleri, her katının farklı ortamı ile operatör tarifesi kadar zengin. Biraz aşağıda Bahariye’de Saray’ın kenarına iliştirilmiş Lavazza tabelası ise, markanın iş ortaklıklarındaki zenginliğini gösteriyor.
Kahve Dünyası ise, kahveci ile perakendeci arasındaki konumu ile bende farklı bir gelir modeli izlenimi yaratıyor.
Benim dikkatimi çektiği kadarıyla, Gloria Jean’s’in asıl rakibi, Cafe Nero olacak. Rakamları bilmiyorum ama aradan geçen sürede asıl yaygınlaşan onlar olmuş gibi geliyor. Ben de gitmeye başladım ve kırmızı damga bastıkları sadakat kuponları kendilerini hiç de az ziyaret etmediğimi gösteriyor. Üstelik bazen Gloria’nın ürünlerini sipariş edecekken son anda başka bir mağazada olduğumu fark ediyorum.
Bundan gerisini masa başında yazmak anlamsız; rakamlar, saha araştırmaları ve yaratılan trendlerin müşteriyi geri getirmesi ya da yeni müşteri kazandırması ile ilgili verilere bakmak daha yerinde olacak.
Etiketler:
Cafe,
Gloria Jean's,
haciz,
iflas,
iş yönetimi,
kahve,
Kahve Dünyası,
Lavazza,
perakende,
perakendeci,
seris,
Sertaç Akyüzol,
Telsim,
yenilenme,
zincir mağaza,
zinicir
20 Kasım 2012 Salı
Globalleşme nedir: İşte budur
Sabah çalışma azmiyle işe gelmişim. Yolda tek kafa karışıklığı, Taksim'de kazı çalışması var diye engelli asansörünü kapatan metro yönetiminin yeni turnike düzenlemesi olmuş. Kafanın çalışmadığı kesin sonuçları birlikte izleriz. Bir de Kadıköy-Kabataş motoru var ama o artık klasik kerizlik oldu; her gün ilgi gösteremiyorum.
Yerel ile global arasındaki farkı sandalyeme oturunca fark ettim. Gelen mailler bunlar ne ki dedirtecek nitelikteydi. Sonra biz de trendi yakalamışız diye sevindim. Şöyle:
Fransız bir iç çamaşırı firması, Türkiye'de mailin konu satırına Grand Opening denebilecek ya da deme gereği hissettiği bir etkinliğe davet ediyor. Mail isme değil genel gönderilmiş ve yedi cihana gönderilmiş. Davetiyede markanın lüks bir iç çamaşırı ve mayo firması olduğuna işaret edilirken ölçülü ifadeler kullanılıyor. Ekteki metni açınca ise, "Mayo ve iç çamaşırı dünyasının kurallarını değiştiren" gibi uçan bir ifade sizi karşılıyor. Davetin geldiği kişilerden biri teknoloji editörü ve mayosunun kurallarını gerçekten merak etmeye başlıyor.
Sonrasında Linkedin'den bir mesaj alıyorum. Adından Hispanik olduğu açıkça anlaşılan bir hanım "Native English" dersi almam için mail atıyor. Ben Kadıköy Anadolu Lisesi mezunuyum ve mail ilgimi çekiyor. Native'den kasıtın başka yerin yerlisi olduğunu düşünüyorum çünkü sanırım "corporate" yazmaya çalışırken direksiyon kontrolünü iyice kaybedip şarampole yuvarlanmış:
Yerel ile global arasındaki farkı sandalyeme oturunca fark ettim. Gelen mailler bunlar ne ki dedirtecek nitelikteydi. Sonra biz de trendi yakalamışız diye sevindim. Şöyle:
Fransız bir iç çamaşırı firması, Türkiye'de mailin konu satırına Grand Opening denebilecek ya da deme gereği hissettiği bir etkinliğe davet ediyor. Mail isme değil genel gönderilmiş ve yedi cihana gönderilmiş. Davetiyede markanın lüks bir iç çamaşırı ve mayo firması olduğuna işaret edilirken ölçülü ifadeler kullanılıyor. Ekteki metni açınca ise, "Mayo ve iç çamaşırı dünyasının kurallarını değiştiren" gibi uçan bir ifade sizi karşılıyor. Davetin geldiği kişilerden biri teknoloji editörü ve mayosunun kurallarını gerçekten merak etmeye başlıyor.
Sonrasında Linkedin'den bir mesaj alıyorum. Adından Hispanik olduğu açıkça anlaşılan bir hanım "Native English" dersi almam için mail atıyor. Ben Kadıköy Anadolu Lisesi mezunuyum ve mail ilgimi çekiyor. Native'den kasıtın başka yerin yerlisi olduğunu düşünüyorum çünkü sanırım "corporate" yazmaya çalışırken direksiyon kontrolünü iyice kaybedip şarampole yuvarlanmış:
"Hi , I am sorry that I am late to introduce myself ) and my business .I was not online for a while.
Her is what our English Club Primarily does
1 * Private English Lessons by Native Speakers
2 * Coorporatee Teaching and Practicing of the English Language
3* Conversation Club and Networking .Please visit our website www.englishclubistanbul.com for
further information.I would also be happy to hear any of your English needs.How do you think your English is ? Is there any room to make it better or are you a perfect speaker ?"
Her is what our English Club Primarily does
1 * Private English Lessons by Native Speakers
2 * Coorporatee Teaching and Practicing of the English Language
3* Conversation Club and Networking .Please visit our website www.englishclubistanbul.com for
further information.I would also be happy to hear any of your English needs.How do you think your English is ? Is there any room to make it better or are you a perfect speaker ?"
Ben mükemmel konuşan biri miyim? Belki değilim ama istersen başka yerde geliştireyim.
Ve son bomba Türkiye'nin de bu gelişimi yakaladığını gösteriyor: Bir Türk şirketi reklam vermek istiyorum diye mail atıyor; dünya liderlerinden biriyiz ve tekliflerinizi falan filan diye gidiyor. Göderen, insan kaynakları ve sosyal işler müdürü; son üç aylık dergileri de istiyor. Bir şirket takip etmediği bir dergiye neden ilan vermek ister ve bunun için mailleşme neden insan kaynakları müdürü ile yazı işlerini de içeren geniş bir zincir arasında kurulur? Daha önemlisi, bu tür bir potansiyel varsa o dergi neden bu potansiyeli değerlendirmek için bir adım atmaz da para harcayacak taraftaki adamcağız bilmediği bir sistemi dürtme cesaretini göstermek zorunda bırakılır.
Türkiye'nin dinamik nüfusu değil artık, dünyanın dinamik nüfusu... İşte yeni dünya düzeni.
9 Kasım 2012 Cuma
Psikopat var, psikopaaaaat var
Kadın erkek ilişkilerini son günlerde sıkıştığı iki memenin arasından çıkarabilmek adına ne yapabilirim diye düşünüyordum, diye başlasam iyi bir girişi olurdu. Ama sadece gazete okuma derdindeyken sapıtıverdim. Vatan'ın arka sayfasında yer alan katliam haberine takıldım önce. Özünde biraz romantik, eski sevgilisini uyarıyor, sonra kendisi ile alay edenlere dalıyor. Ölenlerin aileleri peşine takılınca eski sevgili polise sığınıyor. Google'da aratınca bu haberi buluyorsunuz ama link sizi foto galeride başka bir yere götürüyor. Sizler için manuel olarak buldum; teşekküre gerek yok, linki bu:
http://fotogaleri.gazetevatan.com/gunun-dunya-haberleri/25094/4/Haber
Bunu ararken başka bir sonuca ulaşıyoruz. Vatan temmuz ayındaki Joker katliamını da Breivik'e bağlamış. Bildiri+cinayet=Breivik. Gazetecilerin "Evet, 17 sene önce de şöyle bir şey olmuştu" zaten diye konuşmalarının değerli kabul edildiği döneme ait ESKİ bir editoryal bakış açısı.
http://haber.gazetevatan.com/cani-breivike-ozenmis/466852/30/Haber
Bence günümüzün doğru haberciliği, bu haberin yanına Hürriyet'in birinci sayfasındaki küçük haberi koyup gazetenin sonuna değil başına koymayı gerektiriyor. Tamam Rus arkadaş, kendisi ile dalga geçilmesine pisikopatça bir yanıt veriyor ama biz psikopatlıkta inovasyon ödülü alabilecek bir çalışma ortaya koyuyoruz.
Adam, 11 el bombası ile 16 el bombasını ambalajlıyor; kimlik tespiti için de içine bir tahsilat makbuzu ekliyor; sanki taşındığı evin su tesisatını kendi üzerine geçiriyormuş gibi.
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/21883323.asp
Yav bu nasıl bir psikopatlıktır ve neden biz bu tür inovasyonlarımıza rağmen dünya çapında tanınan bir ülke haline gelemiyoruz. Hürriyet gazetesinin attığı "Aşk bombaları" başlığı gidebileceğimiz en uzak nokta. Bu aşkın filmini çekecek kimse yok mu?
Meme tartışmasına sayfalarca döşenenlerden bu işin senaryosunu yazacak çıkmıyor mu?
Bütün Türkiye benim diğer kuyruk yağlı bölümümü kaldırıp bu işleri çözmemi mi bekliyor?
İTÜ'ye geldiğinde eleştirdiğim, şimdi mumla aradığım Sinan Çetin yaşlandı mı; uyuyor mu?
Kimse yok mu?
http://fotogaleri.gazetevatan.com/gunun-dunya-haberleri/25094/4/Haber
Bunu ararken başka bir sonuca ulaşıyoruz. Vatan temmuz ayındaki Joker katliamını da Breivik'e bağlamış. Bildiri+cinayet=Breivik. Gazetecilerin "Evet, 17 sene önce de şöyle bir şey olmuştu" zaten diye konuşmalarının değerli kabul edildiği döneme ait ESKİ bir editoryal bakış açısı.
http://haber.gazetevatan.com/cani-breivike-ozenmis/466852/30/Haber
Bence günümüzün doğru haberciliği, bu haberin yanına Hürriyet'in birinci sayfasındaki küçük haberi koyup gazetenin sonuna değil başına koymayı gerektiriyor. Tamam Rus arkadaş, kendisi ile dalga geçilmesine pisikopatça bir yanıt veriyor ama biz psikopatlıkta inovasyon ödülü alabilecek bir çalışma ortaya koyuyoruz.
Adam, 11 el bombası ile 16 el bombasını ambalajlıyor; kimlik tespiti için de içine bir tahsilat makbuzu ekliyor; sanki taşındığı evin su tesisatını kendi üzerine geçiriyormuş gibi.
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/21883323.asp
Yav bu nasıl bir psikopatlıktır ve neden biz bu tür inovasyonlarımıza rağmen dünya çapında tanınan bir ülke haline gelemiyoruz. Hürriyet gazetesinin attığı "Aşk bombaları" başlığı gidebileceğimiz en uzak nokta. Bu aşkın filmini çekecek kimse yok mu?
Meme tartışmasına sayfalarca döşenenlerden bu işin senaryosunu yazacak çıkmıyor mu?
Bütün Türkiye benim diğer kuyruk yağlı bölümümü kaldırıp bu işleri çözmemi mi bekliyor?
İTÜ'ye geldiğinde eleştirdiğim, şimdi mumla aradığım Sinan Çetin yaşlandı mı; uyuyor mu?
Kimse yok mu?
5 Kasım 2012 Pazartesi
Fitch'in notunun dipnotları
Bu akşamdan itibaren yurtta bir bayram havası şeklinde yansıtılacak olmasını beklediğim Fitch'in Türkiye'nin kredi notunu artırıması konusunu iyi okumakta yarar var. Ben bu tür durumlarda konuya bir iş anlaşması olarak yaklaşıp küçük yazılara da bakmayı tercih ederim.
Firtch'in açıklamasının orijinal metninin sonunda http://www.fitchratings.com/creditdesk/press_releases/detail.cfm?pr_id=767565&cm_sp=homepage-_-FeaturedContentLink-_-Learn%20More bu kararın alınması sırasında yapılan kabuller sıralanıyor. Bunlar Suriye ile sıcak çatışmaya girmemizden terörün finansmanına kadar birçok maddeyi kapsıyor. İngilizcesini buraya yapıştırıyorum.
RATING OUTLOOK - STABLE
The main factors that could lead to positive rating action, individually or collectively, are:
- A material and durable reduction in the CAD, though Fitch does not anticipate this in the near term.
- A track record of lower and more stable inflation.
The main risk factors that could lead to negative rating action, individually or collectively, are:
- A 'balance-of-payments crisis' triggered by an external shock or a domestic policy mistake.
- A worse-than-expected increase in external debt ratios over the medium term, for example related to rapid credit growth and larger CADs.
- A major political shock with a material adverse impact on the economic and fiscal outlook.
KEY ASSUMPTIONS AND SENSITIVITIES
The ratings and Outlooks are sensitive to a number of assumptions.
- Fitch's economic and fiscal projections are based on the assumption that budget outcomes are broadly in line with the Turkish government's Medium-Term Program 2013-2015, consistent with a declining government debt/GDP ratio.
- Fitch assumes that the eurozone remains intact and that there is no materialisation of severe tail risks to global financial stability that could trigger a sudden stop to capital inflows to countries like Turkey with large CADs and net external debtor positions. Such a scenario would likely trigger a downgrade.
- Some escalation in regional instability cannot be discounted and is within the tolerance of the rating. However, Fitch does not expect the civil war in Syria to draw Turkey into a full-scale military conflict. If such an event took place and had a significant economic and fiscal impact it could lead to a downgrade.
- Fitch assumes that Turkey's membership of the Financial Action Task Force (FATF) is not suspended in February 2013 (as FATF threatened in October 2012 if Turkey failed to "adopts legislation to remedy deficiencies in its terrorist financing offence" and "establishes a legal framework for identifying and freezing terrorist assets consistent with the FATF Recommendations"); or if it is suspended, that does not precipitate countermeasures that materially adversely affect the capacity of Turkish entities to access international financing. If such a downside risk materialised it could lead to a downgrade.
Son maddede yer alan mali önlem görev gücü (FATF) ile ilgili madde geçen günlerde Milliyet gazetesinde Metin Münir ile yolların ayrılmasına yol açan kritik yazılardan biridir diye tahmin ediyorum. http://ekonomi.milliyet.com.tr/terore-karsiyim-ama-finansmani-serbest-olsun/ekonomi/ekonomiyazardetay/31.10.2012/1619560/default.htm
Ama bütün bunların ötesinde büyük sermaye akışlarının önünü açması için bir diğer kredi derecelendirme kuruluşunun (Moody's ya da S&P) takip etmesi gereken bu kararın gelişmiş ülkelerin finans politikaları ile bağlantısı nedir sorusunu sormak istiyorum. Benim yanıtım bugün paylaştığım WSJ makalesinde.
http://online.wsj.com/article/SB10001424052970204530504578076953350391848.html
Firtch'in açıklamasının orijinal metninin sonunda http://www.fitchratings.com/creditdesk/press_releases/detail.cfm?pr_id=767565&cm_sp=homepage-_-FeaturedContentLink-_-Learn%20More bu kararın alınması sırasında yapılan kabuller sıralanıyor. Bunlar Suriye ile sıcak çatışmaya girmemizden terörün finansmanına kadar birçok maddeyi kapsıyor. İngilizcesini buraya yapıştırıyorum.
RATING OUTLOOK - STABLE
The main factors that could lead to positive rating action, individually or collectively, are:
- A material and durable reduction in the CAD, though Fitch does not anticipate this in the near term.
- A track record of lower and more stable inflation.
The main risk factors that could lead to negative rating action, individually or collectively, are:
- A 'balance-of-payments crisis' triggered by an external shock or a domestic policy mistake.
- A worse-than-expected increase in external debt ratios over the medium term, for example related to rapid credit growth and larger CADs.
- A major political shock with a material adverse impact on the economic and fiscal outlook.
KEY ASSUMPTIONS AND SENSITIVITIES
The ratings and Outlooks are sensitive to a number of assumptions.
- Fitch's economic and fiscal projections are based on the assumption that budget outcomes are broadly in line with the Turkish government's Medium-Term Program 2013-2015, consistent with a declining government debt/GDP ratio.
- Fitch assumes that the eurozone remains intact and that there is no materialisation of severe tail risks to global financial stability that could trigger a sudden stop to capital inflows to countries like Turkey with large CADs and net external debtor positions. Such a scenario would likely trigger a downgrade.
- Some escalation in regional instability cannot be discounted and is within the tolerance of the rating. However, Fitch does not expect the civil war in Syria to draw Turkey into a full-scale military conflict. If such an event took place and had a significant economic and fiscal impact it could lead to a downgrade.
- Fitch assumes that Turkey's membership of the Financial Action Task Force (FATF) is not suspended in February 2013 (as FATF threatened in October 2012 if Turkey failed to "adopts legislation to remedy deficiencies in its terrorist financing offence" and "establishes a legal framework for identifying and freezing terrorist assets consistent with the FATF Recommendations"); or if it is suspended, that does not precipitate countermeasures that materially adversely affect the capacity of Turkish entities to access international financing. If such a downside risk materialised it could lead to a downgrade.
Son maddede yer alan mali önlem görev gücü (FATF) ile ilgili madde geçen günlerde Milliyet gazetesinde Metin Münir ile yolların ayrılmasına yol açan kritik yazılardan biridir diye tahmin ediyorum. http://ekonomi.milliyet.com.tr/terore-karsiyim-ama-finansmani-serbest-olsun/ekonomi/ekonomiyazardetay/31.10.2012/1619560/default.htm
Ama bütün bunların ötesinde büyük sermaye akışlarının önünü açması için bir diğer kredi derecelendirme kuruluşunun (Moody's ya da S&P) takip etmesi gereken bu kararın gelişmiş ülkelerin finans politikaları ile bağlantısı nedir sorusunu sormak istiyorum. Benim yanıtım bugün paylaştığım WSJ makalesinde.
http://online.wsj.com/article/SB10001424052970204530504578076953350391848.html
3 Kasım 2012 Cumartesi
Neden marka yaratamıyoruz: fiyatlama ve ödenen bedel
Bizim kendimizle övünürken yurtdışındaki gelişmeleri ve özellikle gelişmekte olan ülkelerde neler olduğunu yeterince takip edemediğimizi düşünüyorum. Ya da şöyle söyleyeyim; bize ağabey diyecek ülkelerin yanında topuklu giymiş kadın gibi durduğumuz için onların yaptıklarını izleyip "şöyle yap böyle yap" demeyi tercih ediyoruz.
Uzakta kalan gençliğimden hatırladığım ise, bizden daha güçlü olanlarla rekabet ederken ve onlarla dost olarak zaman geçirip birşeyleri konuşurken karşılıklı gelişmenin hız kazandığıydı. Örneğin kendinizden 20 santim uzun birinden ribaund almak zorunda olmak sizi iki yönden geliştiriyor. Bunlardan biri, daha iyi koşmayı ve daha iyi zıplamayı kapsayan fiziksel taraf; diğeri ise, topun nereye gideceğini öngörerek doğru pozisyonu almayı içeren kimyasal ya da stratejik taraf.
Bugünkü eblehliğimizin sebebi, "topu bana at, yoksa maraza çıkarırım" ile sınırlı bir oyun teorimizin olması. Her yerde bulunuyoruz ama bu güçlü markalar yaratamamamız gerçeğini gizlemeye yetmiyor. Kasıtlı ya kasıtsız tavrımızla bu duruma düşmemizin iki nedeni var.
Birincisi, fiyat ve bedeli iyi öngöremememiz. Bir yönetici dostum, "Ücretsiz verilen hiçbirşey aslında bedava değildir" demişti. Fiyatınızı yüksek tutarsanız, o fiyatı ödeyenin ihtiyaç duyduğu performansı gösteremeyerek ya kendiniz başarısız olursunuz ya da sizin ücretinizi ödeyenin bu durumu görmemesi durumunda herşeyi mahvedersiniz. Fiyatınızı düşük tuttuğunuzda, kapasitenizi geliştirmek için gereken birikimi ya da sermayeyi oluşturamayarak veya zaman içinde yitirerek birinci duruma sürüklenmeye mahkum olursunuz.
Her iki durumda da ulaşacağınız kaçınılmaz sonuç, yalan söylemeye başlamaktır. Bunun tipik göstergesi, değişim ile yürümeye başlanan yolda istikrar ile tutunmaya çalışmaktır. Artık değişime değil, statüko içinde masanın başındaki koltuğa oturmaya odaklanmışsınızdır. Bu tür güçlü babaların pısırık evlatları sahneye çıkana kadar gözleri boyamak mümkündür.
Bizde bu pısırık çocuklar, gerçekleşmeyen ya da daha beteri güdük gerçekleşen projeler olarak ortaya çıkmaya başladı. Elimde uzun bir liste var ama markalı otomobil ya da daha öncesinde ortaya konulan düz ekran paneli üretimi projelerinin adını gerçekleştirmekle yetineceğim.
Gelmek istediğim nokta, diğer gelişmekte olan ülkelerden biri olan Çin'in saygın yayınlarından China Daily'nin haftalık Avrupa sayısının kapak konusu. "Setting the Price" ya da fiyatı belirlemek başlığını taşıyan konu, çokuluslu şirketlerin Çin'in değişen ekonomik ortamında fiyatlama stratejilerini nasıl değiştirmek zorunda kaldıklarını ele alıyor. Türkiye 2023 hedeflerine gerçekten ve sürdürülebilir bir sistemde (hormonsuz) ulaşmak istiyorsa, global bir oyuncu olmak zorunda ve bunu bugünkü kendi kuralları ile yapamayacağı kesin. Ama daha önemlisi, yabancı malların bir dönem yasak olması ve ardından statü sembolü oldukları için yurtdışına göre daha yüksek fiyatla satılmasının belirleyici olduğu Çin pazarı, Türkiye'nin yakın geçmişi ile kritik bir paralellik gösteriyor. Başkalarının deneyimlerinden öğrenmek en acısız yol olduğu için bunu takip etmek önemli.
Diğer önemli nokta, Türkiye'nin bugünkü sorunları nedeniyle küçümserken en önemli ihracat pazarı olduğunu unuttuğu Avrupa'da sorunların sürmesinden kaynaklanan yaralarını sarabilmek için bu birikimleri edinmek zorunda. 2023 balonu olarak değil, kanayanın yaranın pansumanı yani. Aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.
http://usa.chinadaily.com.cn/weekly/2012-09/28/content_15789279.htm
Uzakta kalan gençliğimden hatırladığım ise, bizden daha güçlü olanlarla rekabet ederken ve onlarla dost olarak zaman geçirip birşeyleri konuşurken karşılıklı gelişmenin hız kazandığıydı. Örneğin kendinizden 20 santim uzun birinden ribaund almak zorunda olmak sizi iki yönden geliştiriyor. Bunlardan biri, daha iyi koşmayı ve daha iyi zıplamayı kapsayan fiziksel taraf; diğeri ise, topun nereye gideceğini öngörerek doğru pozisyonu almayı içeren kimyasal ya da stratejik taraf.
Bugünkü eblehliğimizin sebebi, "topu bana at, yoksa maraza çıkarırım" ile sınırlı bir oyun teorimizin olması. Her yerde bulunuyoruz ama bu güçlü markalar yaratamamamız gerçeğini gizlemeye yetmiyor. Kasıtlı ya kasıtsız tavrımızla bu duruma düşmemizin iki nedeni var.
Birincisi, fiyat ve bedeli iyi öngöremememiz. Bir yönetici dostum, "Ücretsiz verilen hiçbirşey aslında bedava değildir" demişti. Fiyatınızı yüksek tutarsanız, o fiyatı ödeyenin ihtiyaç duyduğu performansı gösteremeyerek ya kendiniz başarısız olursunuz ya da sizin ücretinizi ödeyenin bu durumu görmemesi durumunda herşeyi mahvedersiniz. Fiyatınızı düşük tuttuğunuzda, kapasitenizi geliştirmek için gereken birikimi ya da sermayeyi oluşturamayarak veya zaman içinde yitirerek birinci duruma sürüklenmeye mahkum olursunuz.
Her iki durumda da ulaşacağınız kaçınılmaz sonuç, yalan söylemeye başlamaktır. Bunun tipik göstergesi, değişim ile yürümeye başlanan yolda istikrar ile tutunmaya çalışmaktır. Artık değişime değil, statüko içinde masanın başındaki koltuğa oturmaya odaklanmışsınızdır. Bu tür güçlü babaların pısırık evlatları sahneye çıkana kadar gözleri boyamak mümkündür.
Bizde bu pısırık çocuklar, gerçekleşmeyen ya da daha beteri güdük gerçekleşen projeler olarak ortaya çıkmaya başladı. Elimde uzun bir liste var ama markalı otomobil ya da daha öncesinde ortaya konulan düz ekran paneli üretimi projelerinin adını gerçekleştirmekle yetineceğim.
Gelmek istediğim nokta, diğer gelişmekte olan ülkelerden biri olan Çin'in saygın yayınlarından China Daily'nin haftalık Avrupa sayısının kapak konusu. "Setting the Price" ya da fiyatı belirlemek başlığını taşıyan konu, çokuluslu şirketlerin Çin'in değişen ekonomik ortamında fiyatlama stratejilerini nasıl değiştirmek zorunda kaldıklarını ele alıyor. Türkiye 2023 hedeflerine gerçekten ve sürdürülebilir bir sistemde (hormonsuz) ulaşmak istiyorsa, global bir oyuncu olmak zorunda ve bunu bugünkü kendi kuralları ile yapamayacağı kesin. Ama daha önemlisi, yabancı malların bir dönem yasak olması ve ardından statü sembolü oldukları için yurtdışına göre daha yüksek fiyatla satılmasının belirleyici olduğu Çin pazarı, Türkiye'nin yakın geçmişi ile kritik bir paralellik gösteriyor. Başkalarının deneyimlerinden öğrenmek en acısız yol olduğu için bunu takip etmek önemli.
Diğer önemli nokta, Türkiye'nin bugünkü sorunları nedeniyle küçümserken en önemli ihracat pazarı olduğunu unuttuğu Avrupa'da sorunların sürmesinden kaynaklanan yaralarını sarabilmek için bu birikimleri edinmek zorunda. 2023 balonu olarak değil, kanayanın yaranın pansumanı yani. Aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.
http://usa.chinadaily.com.cn/weekly/2012-09/28/content_15789279.htm
2 Kasım 2012 Cuma
Microsoft'un Windows 8 ile derdi ne?
Dünyada da 1,9 milyar dolar pazarlama bütçesi ile dev bir olaya dönüştürülmesi planlanan yeni işletim sistemi ile ilgili gelişmeleri üç ay boyunca izleyebilirsiniz. Bu dev tanıtım kampanyası, Microsoft'un Apple ve Google'ın sürüklediği yeni dalgaya bir yerinden dahil olma çabası ve ne sonuç vereceği gerçekten ilgimi çekiyor. Ancak ilk izlenimlerim, Microsoft'un artık yaşlandığı ve Genel Müdür Tamer Özmen'in söyledği zamanda ileri sıçrama hedefinin gerektidiği formu yakalayamadığı şeklinde.
Bunun basit bir fiziksel göstergesi var: ISO dosyası hala 2 GB civarında; benim 125 kilo olmama benzeyen bir durum. Biraz egzersize başlayınca ayakkabılarımı bağlamak için rahatça eğilebiliyorum ama bu beni sporcu yapmıyor. Microsoft'tan arkadaşlarımın söylediği "ama performansı daha iyi" sözü bende ister istemez bu algıyı yaratıyor.
Yüksek bütçe ile önümüzdeki günlerde bireysel pazarı sarsacak olan Windows 8'in bir diğer sorunu Microsoft Türkiye'nin ürünlerine ve servislerine doğru algıyı çekecek bir yordam geliştirememesi. Bu da yaşlılıktan kaynaklanıyor. Windows 8 ile ilgili "büyük sürpriz" Okan Bayülgen ne sürprizdi ne de Windows 8'in yüzü olabilecek bir performans sergiledi. Bu da yaş meselesi. Microsoft artık bir yeni teknoloji şirketi değil, yaşlı bir kurumsal şirket. Bu görüşümün değişmesi için Vatan Bilgisayar'ın patronu Hasan Vatan ve Özmen'in dinamikliğini övdüğü Casper'ın patronu Altan Aras Fakılı'nın neler yapacağını izliyor olacağım.
Özelleştirme olanakları ile yükselen iş ve özel hayatta aynı cihazı kullanma trendine hitap etmesi -hatta iPhone'u ve diğer rakiplerini geride bırakması- beklenenWindows 8'li telefonlar ve bilgisayarların, kurumsal tarafta gördüğüm VMware mobil çözümleri ile nasıl rekabet edeceğini anlamadığım gibi özelleştirme konusunda bu kadar iddialı iken Amsterdam fotoğraflarını paylaşmanın anlamını da çözemedim. Ya da havaalanında mail okuma veya bankacılık işlemi yapmanın egzotikliğini.
Sadece Windows 8'li bir cep telefonu ile örneğin VIP turizmin egzotik gezilerinden birine katılıp orada çektiği HD videoyu televizyonda paylaşan ya da yurtdışında iken kredi kartı borcunu yatırmayı aksatıp beş günde yüzde 1,5 faiz ödemek zorunda kalan benim gibi birinin işinin nasıl kolaylaşabileceğini göstermesi çok daha etkili olurdu. Anlaşıldığı kadarıyla Microsoft, her masaya bir bilgisayar tezinde gösterdiği dehayı kolay kolay yeniden sergileyemeyecek.
Finansal verilerine ve performansına sözüm yok ama Microsoft dönüşmek konusunda çok başarısız. Bunun doğal sonucu şu: bu sabah motorda iki kişi lansmanı konuşuyordu. Diyaloğu aktarayım:
-Dün Microsoft'un lansmanı vardı, değil mi?
-Evet Esma Sultan'daydı.-Nasıldı?
-Çok şatafatlıydı. Okan vardı.
Hatırlar mısınız, zamanında Turkcell'in muhteşem bir Shubuo'su vardı. Bugün muhtemelen ne yaptığını hatırlayan çok kişi yoktur da reklamlarında oynayan Erol Büyükburç'u çok daha fazla insan hatırlıyordur. Devam edeceğiz.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)