Etiketler

3 Kasım 2012 Cumartesi

Neden marka yaratamıyoruz: fiyatlama ve ödenen bedel

Bizim kendimizle övünürken yurtdışındaki gelişmeleri ve özellikle gelişmekte olan ülkelerde neler olduğunu yeterince takip edemediğimizi düşünüyorum. Ya da şöyle söyleyeyim; bize ağabey diyecek ülkelerin yanında topuklu giymiş kadın gibi durduğumuz için onların yaptıklarını izleyip "şöyle yap böyle yap" demeyi tercih ediyoruz.
Uzakta kalan gençliğimden hatırladığım ise, bizden daha güçlü olanlarla rekabet ederken ve onlarla dost olarak zaman geçirip birşeyleri konuşurken karşılıklı gelişmenin hız kazandığıydı. Örneğin kendinizden 20 santim uzun birinden ribaund almak zorunda olmak sizi iki yönden geliştiriyor. Bunlardan biri, daha iyi koşmayı ve daha iyi zıplamayı kapsayan fiziksel taraf; diğeri ise, topun nereye gideceğini öngörerek doğru pozisyonu almayı içeren kimyasal ya da stratejik taraf.
Bugünkü eblehliğimizin sebebi, "topu bana at, yoksa maraza çıkarırım" ile sınırlı bir oyun teorimizin olması. Her yerde bulunuyoruz ama bu güçlü markalar yaratamamamız gerçeğini gizlemeye yetmiyor. Kasıtlı ya kasıtsız tavrımızla bu duruma düşmemizin iki nedeni var.
Birincisi, fiyat ve bedeli iyi öngöremememiz. Bir yönetici dostum, "Ücretsiz verilen hiçbirşey aslında bedava değildir" demişti. Fiyatınızı yüksek tutarsanız, o fiyatı ödeyenin ihtiyaç duyduğu performansı gösteremeyerek ya kendiniz başarısız olursunuz ya da sizin ücretinizi ödeyenin bu durumu görmemesi durumunda herşeyi mahvedersiniz. Fiyatınızı düşük tuttuğunuzda, kapasitenizi geliştirmek için gereken birikimi ya da sermayeyi oluşturamayarak veya zaman içinde yitirerek birinci duruma sürüklenmeye mahkum olursunuz.
Her iki durumda da ulaşacağınız kaçınılmaz sonuç, yalan söylemeye başlamaktır. Bunun tipik göstergesi, değişim ile yürümeye başlanan yolda istikrar ile tutunmaya çalışmaktır. Artık değişime değil, statüko içinde masanın başındaki koltuğa oturmaya odaklanmışsınızdır. Bu tür güçlü babaların pısırık evlatları sahneye çıkana kadar gözleri boyamak mümkündür.
Bizde bu pısırık çocuklar, gerçekleşmeyen ya da daha beteri güdük gerçekleşen projeler olarak ortaya çıkmaya başladı. Elimde uzun bir liste var ama markalı otomobil ya da daha öncesinde ortaya konulan düz ekran paneli üretimi projelerinin adını gerçekleştirmekle yetineceğim.
Gelmek istediğim nokta, diğer gelişmekte olan ülkelerden biri olan Çin'in saygın yayınlarından China Daily'nin haftalık Avrupa sayısının kapak konusu. "Setting the Price" ya da fiyatı belirlemek başlığını taşıyan konu, çokuluslu şirketlerin Çin'in değişen ekonomik ortamında fiyatlama stratejilerini nasıl değiştirmek zorunda kaldıklarını ele alıyor. Türkiye 2023 hedeflerine gerçekten ve sürdürülebilir bir sistemde (hormonsuz) ulaşmak istiyorsa, global bir oyuncu olmak zorunda ve bunu bugünkü kendi kuralları ile yapamayacağı kesin. Ama daha önemlisi, yabancı malların bir dönem yasak olması ve ardından statü sembolü oldukları için yurtdışına göre daha yüksek fiyatla satılmasının belirleyici olduğu Çin pazarı, Türkiye'nin yakın geçmişi ile kritik bir paralellik gösteriyor. Başkalarının deneyimlerinden öğrenmek en acısız yol olduğu için bunu takip etmek önemli.
Diğer önemli nokta, Türkiye'nin bugünkü sorunları nedeniyle küçümserken en önemli ihracat pazarı olduğunu unuttuğu Avrupa'da sorunların sürmesinden kaynaklanan yaralarını sarabilmek için bu birikimleri edinmek zorunda. 2023 balonu olarak değil, kanayanın yaranın pansumanı yani. Aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.
http://usa.chinadaily.com.cn/weekly/2012-09/28/content_15789279.htm

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder